Asena yıllar sonra Bodrum'da
Asena yıllar sonra Bodrum'da
Şevval Sam’a 'sınıf farkı' tepkisi
Şevval Sam’a 'sınıf farkı' tepkisi
Tamayo Perry, köpekbalığı saldırısında hayatını kaybetti
Tamayo Perry, köpekbalığı saldırısında hayatını kaybetti
Trabzonspor'un teknik ekibinde ayrılık
Trabzonspor'un teknik ekibinde ayrılık
123456789
Asena yıllar sonra Bodrum'da
Asena yıllar sonra Bodrum'da
Şevval Sam’a 'sınıf farkı' tepkisi
Şevval Sam’a 'sınıf farkı' tepkisi
Tamayo Perry, köpekbalığı saldırısında hayatını kaybetti
Tamayo Perry, köpekbalığı saldırısında hayatını kaybetti
Trabzonspor'un teknik ekibinde ayrılık
Trabzonspor'un teknik ekibinde ayrılık
123456789

Her yanımızdan şiddet akıyor!

Dokuz Eylül Üniversitesi Felsefe Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Doğan Göçmen, Konya'da Dr. Ekrem Karakaya'nın öldürülmesiyle yeni bir kanlı halkanın şiddet dalgasıyla ilgili olarak, "Düşünme gücümüzden kaynaklanan tasavvur gücü sayesinde insan aynı zamanda diğeriyle empati kurma gücü elde ederler. Tasavvur gücü zayıf olan insanlar diğerleriyle doğru bir şekilde empati kurma kapasitesinden yoksun oldukları için, diğerlerini anlayamayacaklardır da diyor.

AZE Haber Ajansı

Dokuz Eylül Üniversitesi Felsefe Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Doğan Göçmen, Konya'da Dr. Ekrem Karakaya'nın öldürülmesiyle yeni bir kanlı halkanın eklendiği kadına, hekime,  avukata, gazeteciye, yoksula, akademisyene, hayvana kısaca dalga dalga yayılıp genişleyen şiddet olaylarını ve şiddetin beslendiği kaynakları felsefenin sunduğu "alet çantası"yla çok yönlü olarak değerlendirdi. Göçmen, yükselen şiddetle ilgili olarak şu tarihi saptamayı yapıyor: "Düşünme gücümüzden kaynaklanan tasavvur gücü sayesinde insan aynı zamanda diğeriyle empati kurma gücü elde ederler. Tasavvur gücü zayıf olan insanlar diğerleriyle doğru bir şekilde empati kurma kapasitesinden yoksun oldukları için, diğerlerini anlayamayacaklardır da. Diğerini anlamayan bir insan diğerine iyilik etmek istese de edemeyecektir. Tersine ona iyilik yapmak istese bile acı verecektir, çünkü diğerini doğru bir şekilde anlamaktan mahrumdur. Özellikle son 12 yılda toplumumuz düşünme kapasitesini aşırı derecede kaybetmiştir. Bu nedenle toplumumuzun akıl sağlığı bakımından çok iyi olduğunu ileri sürmek pek mümkün gözükmemektedir."


İşte Göçmen'in yazısı:

Her gün yeni şiddet olaylarıyla sarsılıyoruz. Bunun etkisi ile şiddete daha çok meyil ediyoruz. Tam bir şiddet sarmalının içindeyiz. Her tarafımızdan şiddet akıyor. Tam bir şiddet girdabının içinde, şiddet dolu tarihimize her gün yeni şiddet olayları eklendikçe toplum olarak kötülüğün bataklığında daha çok batıyoruz. Her tarafta şiddete daha çok batıyoruz. Şiddet dolu hayata doğru şiddet dolu bir hızla ilerliyoruz.

Herkes tarafından bilinen skandal mahkeme kararı nedeniyle Pınar Gültekin cinayetinin kan donduran ayrıntıları bir bir hatırlatıldı hepimize. Tam anlamıyla ulusal bir travma olan bu şiddet olayının ayrıntıları hafızamızda epistemolojik olarak işlenip yerli yerine oturtulmamışken; şimdi de insanın acılarını dindirmek, ömrünü uzatmak için çabalayan bir sağlık emekçisinin, Dr. Erdem Karakaya’nın katledilmesi hepimizin tüm duygu ve düşünce dünyasını tam anlamıyla alt-üst etti. Hemen peşinden bir avukatın öldürüldüğü haberi ile tekrar sarsıldık. Her an yeni bir şiddet vakası, her an yeni bir cinayet olayıyla karşılaşıyoruz. Tarihimiz ve hafızamız şiddet dolu olaylarla o kadar çok dolu ki bir şiddet olayını anıp insan canına kıyan şiddeti kınamadığımız gün yok gibi. Diğer canlılara, sokak hayvanlarına, doğaya karşı uygulanan şiddet. Her yanımız şiddet, her tarafta şiddet daha çok batıyoruz. Toplumumuzda genel kanı olan “gelen mala gelsin” deyişiyle can kutsansa da can alan şiddet her tarafta.

Şiddet, yıkım, yok etmek, mahvetmek, imha etmek, tahribat, tahrip etmek anlamına gelmektedir. Bunlar bir şeyi doğasına, var olma tarzına karşı yapılabilecek yıkıcı en radikal müdahaledir. İnsan bedenine yapılan böyle radikal bir müdahale tüm organların ortak işlevi olan canı yok ediyor, çünkü organlar işlevsiz hale geliyor.

Barışçıllığı ve misafirperverliği ile bilinen ve övünen, hümanizmayı en yüce değer olarak kollayan toplumumuza ne oldu da bu hale geldi. Tüm insanlığı kucaklayan ve kuşatan hoşgörüyü Mevlanacı ve aşkı ve yaşamı kutsayan Yunus Emreci geleneğimize ne oldu da toplumumuzda göz kırpmadan can alınır oldu? Savaşarak kurulmasına rağmen yurtta ve dünyada barış ilkesi üzerine kurulan modern toplumumuza ne oldu da savaşı ve yaşam için yıkıcı olan şiddeti kutsar oldu?

Toplumumuzda, modernleşen başka birçok toplumda olduğu gibi bir kültür çatışması olduğu açıktır. Örneğin inanç kültürümüzde sinesine “dost adını” çağırmaya davet ederek diğerini inancından ikna etmeye çalışan bir Yunus Emre geleneği vardır: “İnanmayan gel sineme dost adını ayıt çağır”. Bir de inancını inanmadıkları için suda boğup öldürerek, yok ederek, inanmayanın beynini parçalayarak, kendi tanrılarından başka şeylere inananları cehennem odunu kılınma ile tehdit ederek inancını yayma geleneği vardır. İnanç kültürümüzde şiddeti kutsayan bu sonuncu geleneğin hâkim olduğu iddia ediliyor.

Günlük siyasetin dili şiddet dolu

Günlük siyasetin dili şiddet doludur. Asıp öldürmeyi siyasetin bir aracı olarak görmek 12 Eylül’den beri açıkça bir gelenek olmuştur. İdam cezalarının yeniden yürürlüğe konması uzun zamandan beri dillendirilmektedir. Kindar nesillerin yetiştirilmesi açıkça eğitim politikasının amacı olarak belirlenmiştir.

Fakat bu tür olgular var olan şiddeti en fazla destekleyebilir, teşvik edebilir, fakat var edemez. İnanç sistemlerinin içeriğinin barışçıllaştırılması, yayılmacı anlayışların yerini hoşgörünün alması, eğitim politikasının içeriğinin ve amacının düşmanlık değil dostluk olması, günlük siyasetin dilinin şiddet içeren kavramlardan arındırılması elbette gerekli ve büyük bir değişimdir. Fakat ülkemizde de şiddetin kaynağı daha derinde yatmaktadır.

Modern felsefede hâlihazırda 17. yüzyılın ortalarında modern toplumu tüm yaşam alanlarında bir rekabet toplumu olduğu, eş deyişle tüm toplumu kapsayan ortak bir amacı olmadığı için şiddet toplumu olarak tanımlanmıştır. İngiliz filozofu Thomas Hobbes’un insanın insanı parçalayan bir insan kurdu olarak tanımlaması bu nedenledir. İş dünyası ve çalışma koşulları rekabet ve şiddet doludur. Rekabeti açıkça bir savaş biçimi olarak tanımlayan yine Hobbes’tur. Çünkü rekabet diğerini rakip olarak belirlerken düşman olarak tanımlamış oluyor.

Son yıllarda tüm çalışma ve iş dünyası farklı biçimlerde iyice keskinleşen ve kızıştırılan bir rekabetçi anlayışa göre yeniden düzenlenmiştir. Doğal olarak bu uygulamalar tüm çalışma hayatımızda şiddeti inanılmaz bir şekilde artırmıştır.

Şiddet ve düşünme kapasitesi

Fakat toplumumuzda şiddetin artmış olmasının Hobbes’un işaret ettiği üretim ve çalışma hayatının kontrolsüz rekabet durumu değildir. Ünlü Alman filozofu Hegel, Hobbes’un daha çok dikkat çektiği maddi koşullardan başka bir de düşünme kapasitesine şiddetin kaynağı olarak dikkat çekmiştir. Hegel’e göre düşünme kapasitesi zayıf olan toplumun bireyleri birer canlı nesneler gibi birbirlerine çarpıp acı vermekten başka bir şey yapamazlar, isteseler de başka bir şey yapamazlar, çünkü düşünme kapasitesi zayıf olan insanlar duygu ve tutku dünyalarını yönetme gücünden yoksun kalırlar.

Düşünme gücümüzden kaynaklanan tasavvur gücü sayesinde insan aynı zamanda diğeriyle empati kurma gücü elde ederler. Tasavvur gücü zayıf olan insanlar diğerleriyle doğru bir şekilde empati kurma kapasitesinden yoksun oldukları için, diğerlerini anlayamayacaklardır da. Diğerini anlamayan bir insan diğerine iyilik etmek istese de edemeyecektir. Tersine ona iyilik yapmak istese bile acı verecektir, çünkü diğerini doğru bir şekilde anlamaktan mahrumdur. Özellikle son 12 yılda toplumumuz düşünme kapasitesini aşırı derecede kaybetmiştir. Bu nedenle toplumumuzun akıl sağlığı bakımından çok iyi olduğunu ileri sürmek pek mümkün gözükmemektedir. Hegel bu nedenle toplumda şiddet eğiliminin azalması için herkesin iyi bir felsefe eğitimine ve öğrenimine ihtiyaç duyduğuna dikkat çekmiştir.

İnce ruh

Ünlü Fransız filozofu René Descartes’ın işaret ettiği gibi bir toplumda felsefe ne kadar çok çalışılırsa ve bilinirse, o toplumun bireyleri de o kadar ince ruhlu bireyler olacaktır. Fakat toplumumuzda düşünme eğitimi, felsefe eğitimi ve öğretimi iyice gerilemiştir. Bunu atanan felsefe öğretmenlerinin sayısından bire bir görmek mümkündür.

Karl Marx, burjuva toplumunun fizyonomisini yani yapısını incelediği ve eleştirdiği kitabıyla insanlığa rekabet ilişkilerinden nasıl kurtulacağını göstermeyi umut etmiştir. Zira dayanışma ilkesine dayalı yeniden örgütlenecek üretim ilişkileri ve çalışma koşulları toplumun tüm enerjisini emip çarçur eden rekabetten kurtaracaktır. Fakat bu aynı zamanda insanın düşünce kapasitesinin özgürleşmesini de beraberinde getirecektir. Modern toplum insanlık çapında ancak bu şekilde şiddet bataklığından kurtulabilecek, barışçıl ve özgür olacaktır.