Ankara’nın medya yüzü AKK Medya Çalışma Grubu
Ankara’nın medya yüzü AKK Medya Çalışma Grubu
Victoria's Secret, ikonik defilesi Cher'in sahne alacağı etkinlikle geri dönüyor.
Victoria's Secret, ikonik defilesi Cher'in sahne alacağı etkinlikle geri dönüyor.
Telefon patlatması 21 yıl önce Kurtlar Vadisi'nde işlenmiş
Telefon patlatması 21 yıl önce Kurtlar Vadisi'nde işlenmiş
Robert De Niro'nun mezar taşı
Robert De Niro'nun mezar taşı
123456789
Ankara’nın medya yüzü AKK Medya Çalışma Grubu
Ankara’nın medya yüzü AKK Medya Çalışma Grubu
Victoria's Secret, ikonik defilesi Cher'in sahne alacağı etkinlikle geri dönüyor.
Victoria's Secret, ikonik defilesi Cher'in sahne alacağı etkinlikle geri dönüyor.
Telefon patlatması 21 yıl önce Kurtlar Vadisi'nde işlenmiş
Telefon patlatması 21 yıl önce Kurtlar Vadisi'nde işlenmiş
Robert De Niro'nun mezar taşı
Robert De Niro'nun mezar taşı
123456789

"Adını Unutan Adam" anlatıyor: "Anadolu'yu sevmeyen vatanını sevemez"

Yeşilçam sinemasının unutulmaz isimlerinden Cüneyt Arkın, 85 yaşında yaşama veda etti. "Adını Unutan Adam" kitabında, "Anadolu"ya tutkuyla bağlılığını kaleme alan Arkın, "Anadolu bir destandır. Anadolu’yu sevmeyen vatanını sevemez" diyordu.

İlknur Yağumli

ANKARA- Yeşilçam sinemasının unutulmaz isimlerinden Cüneyt Arkın, 85 yaşında yaşama veda etti. "Adını Unutan Adam" kitabında, "Anadolu"ya tutkuyla bağlılığını kaleme alan Arkın, "Anadolu bir destandır. Anadolu’yu sevmeyen vatanını sevemez" diyordu.

Gerçek adı Fahrettin Cüreklibatur... Cüneyt adını Yeşilçam oyuncusu Cüneyt Gökçer'den soyadını da Arkın Kitabevi'nin sahibi Ramazan Arkın'dan aldı. Ünlü yönetmen Halit Refiğ, Arkın için "İlk filmlerinde Alain Delon’a benziyordu; ama vurdulu kırdılılardan sonra onu Avrupalılar Burt Lancester’a benzettiler" derken, aşkın şairi Cemal Süreya da "İpek Yolu'ndaki süpermen. Böyle diyorum" sözleriyle anlatıyor.

Cüneyt Arkın ya da gerçek adıyla Fahrettin Cüreklibatur, 1937 yılında Eskişehir’de doğdu. Çocukluk yıllarında çiftçilikle uğraşan, tıp fakültesini bitirdikten sonra kısa bir süre doktorluk yapan Cüreklibutar, askerlik yaptığı sırada sinema dünyası ile tanıştı ve oyunculuğa ilk adımını attı. Türk sinemasında en çok film yapan ve özellikle tarihi film furyasıyla Türk halkının kahramanı olan bu dev sözcüklere sığmaz. Burada duralım ve sözü efsaneye bırakalım. 

Cüneyt Arkın: "Anadolu'yu sevmek vatanı sevmektir. Son zamanlarda kötü şeyler yaşamaktadır..."

Cüneyt Arkın, "Adını Unutan Adlı" kitabında, Cüneyt Arkın'ı anlattı. Arkın, dürüstlük konusunda ödün vermediğine işaret ederek, hayranlarına şöyle seslenir:

"Mesleğimin, en zor, en kahırlı, hatta en çok incindiğim, kırıldığım o uzun dönemlerinde sizlere bir tek yalan söylemedim"

Arkın, yazılarında "Anadolu" ifadesine çokça yer verdiğini belirttiği kitabında, "Dikkat ettiniz mi bilmem yazılarımda ‘Anadolu’ kelimesini çok kullanırım. ‘Anadolu’ bir kelimedir ama uçsuz bucaksız büyük manalar ifade eder. ‘Anadolu’ topraktır. Berekettir. Tarlalar, buğdaylar, arpalar verir. İnsanları, her türlü meyve ve sebzeleriyle bütün memlekete tat, koku, lezzet dağıtır. Çiçekleriyle süsler. ‘Anadolu’ masallar, destanlar, menkıbeler, ninniler, türküler üretmiştir. Bunlarla insanlar arasında değerler yaratıp bir ulusun temelleri olmuştur" ifadelerine yer veriyor. 

Anadolu'nun bir tarih bilinci olduğuna dikkat çeken Arkın, şöyle devam ediyor: "Anadolu nice felaketler, acılar, kıyımlar, afetler, istilalar yaşamış ama yenilmemiştir. Anadolu insanı başka bir türlüdür. Anadolu’nun tarihidir. Vefalı, merhametli, dayanıklı, yenilmeyen, inatçı, misafirperver, çalışkandır. Anadolu’yu sevmek toprağı sevmek, toprağı sevmek vatanı sevmektir. Son zamanlarda kötü şeyler yaşamaktır. Topraktan, vatandan haberi olmayanların, aymazlıkları, onu topraksız, tohumsuz, yardımsız bırakmıştır. Ama yenilmeyecektir. Anadolu yenilmez. Anadolu muazzam devletleri, onların markası Yunanlıları, aç, çıplak, silahsız, ekmeksiz, yurt, yurttaş, tarih bilinciyle yenmiş, darmadağın etmiş, sürüp denize dökmüştür. Anadolu bir destandır. Anadolu’yu sevmeyen vatanını sevemez."

Şairin kaleminden Cüneyt Arkın...

Ünlü şair Cemal Süreya, Cüneyt Arkın'ı anlattığı yazısında, bu efsanenin bilinmeyen yönlerini gözler önüne serdi. 

İşte, Süreya'nın yazısı:

Ne zamandan beri görmüyorum Cüneyt Arkın’ı. Son olarak Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ün sanatçılara verdiği kokteylde karşılaşmıştık. En az on iki yıl eder. Ama ondan önce de uzun süre görüşememiştik. Ayrı dünyaların insanlarıydık da ondan mı?

Cüneyt Arkın'ı adı henüz Fahrettin Cüreklibatur’ken tanımıştım. 1957'de Eskişehir'de vergi dairesini teftiş ediyordum. Edebiyat ve şiir meraklısı arkadaşlarıyla beni bulmuşlardı.

Dostluğumuz daha sonra İstanbul'da sürdü. O zaman tıp öğrencisiydi. Öyküler yazıyordu. Bunlardan birkaçını Ankara'ya, Muzaffer Erdost'a yollamıştım Pazar Postası'nda yayınlanması için.

Evin önünde kız kuyruğu vardı. Öylesine yakışıklı bir delikanlı bizim Fahrettin! Hepsi onun eve girip çıkışını kolluyor... Fatih'te şair Cengiz Çelikten ile (şimdi dişçi) bir ev tutmuşlardı. Bir iki kez gitmiştim o eve. Yanımda Muzaffer Buyrukçu da vardı. Ama asıl şunu unutmam: Cüneyt Arkın 1937 doğumlu. Hekim. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde numarası, 1172. Tıp öğrencisi albümünde şöyle yazıyor:

"60-61 stajyeri. Uzunca boylu, esmerce, yeşil gözlü, yüzünde üzgün, alaycı bir gülümsemeyle etrafında çekingenlik yaratan ve bu yüzden kadını dövenden çok nefret eden dostumuz, aşkı çirkin, bilgisiz, küçük, kötü bile olsa, insan denen canlının büyük güzelliği, hayatın tek cevabı diye tarif ediyor."

Cümle dolaşık, ama bir şeyler anlatıyor. Öyküler yazan ve tiyatroyla ilgilenmek isteyen bir delikanlı. Ama yazgısı sinemaya götürdü onu. Tıptan da kopardı.

Hava Kuvvetleri'nde yedek subaylığını yaparken Halit Refiğ'in dikkatini çekti. Halif Refiğ, Şafak Bekçileri'ni çevirirken bu yakışıklı asteğmenden de yararlanmak istedi. Ancak yönetmelikler izin vermiyordu buna. Bir süre sonra, yani Fahrettin terhis olduktan sonra gidip Halit Refiğ'i bulacak ve Onun Gurbet Kuşları adlı yapıtında rol alacak. Baylan'da rastlamıştım. Sanki daha incelmiş, boyu da sanki daha uzamış...

Fahrettin adının Cüneyt'e nasıl dönüştüğünü de dostum Halit Refiğ' den öğrendim. Gazeteci Vecdi Benderli bulmuş bu adı. 'Cüneyt', Cüneyt Gökçer'in adından, Arkın' da Ramazan Arkın'ınkinden alınmış.' Böylece genç Fahrettin'deki tiyatro ve edebiyat tutkusu sinemada bira raya getirilmek istenmiş. Önce duygusal filmlerde boy gösterdi. Tango duygusu...

60'lı yılların sonlarında vurdulu kırdılı kurdelelerde, serüven filmlerinde görünmeye başladı. Malkoçoğlu dizisi, sözgelimi... Tango duygusallığı içinde yetiştirilmek istenen gençteki değişimi nasıl tanımlayabiliriz? Önce tam anlayamamıştım. Sonra öğrendim.

Cüneyt Arkın bir ara Medrano Sirki'ne girmiş. Bedava çalışmış bir süre orda. Ağları, ipleri kaldırma işini üstlenmiş. Bu arada parende atmayı, hareket olayını öğrenmiş ve geliştirmiş.

Ben Jean Marais'nin Fantoma dizisindeki ortada görünüşüne benzetiyorum. Halit ise başka şey diyor: "İlk filmlerinde Alain Delon'a benziyordu; ama vurdulu kırdılılardan sonra onu Avrupalılar Burt Lancester'a benzettiler." Galiba bunların hepsi doğru.

İşaret, dile yöneldi.

İpek Yolu'ndaki süpermen. Böyle diyorum.

Jean Marais dedim, ne var ki öykünmeci bir sanatçı değil Arkın. Benzer ama taklit etmez.

Yineleme kötü. Ama zorunluysa, yinelemede iyi yanlar da vardır. Yineliyorum. Ulysseus'un doğudaki karşılığı Denizci Sinbad'dır. Ya da Denizci Sinbad'ın Akdeniz'deki karşılığı Ulysseus. Sinbad'ın daha çok akrobasi planında var olduğunu belirlemek istemiştim. Bir çeşit karacı Sinbad oldu Cüneyt Arkın.

Evet, Medrano Sirki'nde bir yaz bedava çalıştı. Ata da en iyi binen, binmesini bilen sinema oyuncusu. O karateyi, o hareket niteliğini öyle kolay bulmadı. Öz olmadan o iş olmaz. Sağ'a kaymış gibi göründü. Biraz öyle. Ama tam da öyle değil. Atilla Dorsay'ın da belirttiği gibi, Maden gibi filmlerde toplumsal eleştiriye de girdi. Son yıllarda yönetmenliği de denedi. Reklam filmlerinde göründüğü için eleştiriliyor. Bence bir sinema sanatçısı için büyük bir kusur değil bu.

Gök Bayrak adlı romanda bir Can Bey vardır. Bence o kitabın bir ikinci cildi yazılmış olsaydı Cüneyt Can Bey'i kim bilir nerelere götürürdü?