Erkan Yolaç'ın cenaze programı belli oldu
Erkan Yolaç'ın cenaze programı belli oldu
Ünlü isimlere Gazze tepkisi
Ünlü isimlere Gazze tepkisi
Evgeny Grinko'dan 'Uzun İnce Bir Yoldayım'a yeni yorum
Evgeny Grinko'dan 'Uzun İnce Bir Yoldayım'a yeni yorum
Ücretsiz olacak başvurular başladı
Ücretsiz olacak başvurular başladı
123456789
Erkan Yolaç'ın cenaze programı belli oldu
Erkan Yolaç'ın cenaze programı belli oldu
Ünlü isimlere Gazze tepkisi
Ünlü isimlere Gazze tepkisi
Evgeny Grinko'dan 'Uzun İnce Bir Yoldayım'a yeni yorum
Evgeny Grinko'dan 'Uzun İnce Bir Yoldayım'a yeni yorum
Ücretsiz olacak başvurular başladı
Ücretsiz olacak başvurular başladı
123456789

Eğitim Dosyası-III: Öğretmenler ne istiyor?

Eğitim-İş Genel Başkanı Kadem Özbay, “eğitimin dinamosu, geleceğin mimarı” olarak nitelendirdiği öğretmenlerin yaşadığı sorunların gün geçtikçe ağırlaştığını vurgulayarak, “20 yılda en çok zarar gören mesleklerin başında gelen öğretmenlik, her geçen gün maddi ve manevi kayıplara uğratılarak zayıflatıldı" dedi.

İleyda Özmen

ANKARA- GAZETE DURUM, yedi yazı dizisinden oluşan Eğitim Dosyası'nın "Eğitim yönetiminde sorunlar neler?" başlıklı ikinci bölümünün ardından bugün öğretmenlerin sorunlarını masaya yatırıyor. Kira, fatura, tüm mal ve hizmetlerin fiyatındaki hızlı artış, tüm emekçileri olduğu gibi öğretmenleri de derinden sarsıyor. Atanmayan öğretmenlerin sayısı gün geçtikçe artıyor. Çalışma ortamları öğretmenler için her geçen gün daha da zorlaşıyor. Eğitim-İş Genel Başkanı Kadem Özbay, “eğitimin dinamosu, geleceğin mimarı” olarak nitelendirdiği öğretmenlerin yaşadığı sıkıntıların gün geçtikçe ağırlaştığını vurgulayarak, “20 yılda en çok zarar gören mesleklerin başında gelen öğretmenlik, her geçen gün maddi ve manevi kayıplara uğratılarak zayıflatıldı. İnsanca yaşamaya yetecek ücretler alarak, çalışma barışının ve kadrolu, güvenceli istihdamın olduğu bir ortamda emek vermek istiyoruz. Bize yeni yükler getiren değil, sorunlarımıza çözüm getirecek ve bizim fikrimiz alınarak şekillendirilecek bir meslek kanunu istiyoruz. Eğitimde liyakat, eğitimciye adalet istiyoruz. Öğretmene saygı, öğretmenliğe itibar istiyoruz” dedi.

Öğretmenlerin son 20 yılda gittikçe derinleşen sorunlarını Eğitim-İş Genel Başkanı Kadem Özbay ve Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi Soner Yıldırım'la konuştuk. Özbay, öğretmelerin problemlerini şöyle anlattı:

Geçim sıkıntısı: Eğitimin dinamosu, geleceğin mimarı olan öğretmenlerin yaşadığı sorunlar gün geçtikçe ağırlaşıyor. Çözülmediği için kronikleşen sorunlara, öğretmen düşmanı politikalar nedeniyle yenileri ekleniyor. “Allah bizi okumuşların şerrinden korusun” diye dua ettiren, cehaletten oy devşiren iktidarın okuyana ve okutana duyduğu nefret, eğitime ve eğitimciye verdiği zararlarla ete kemiğe bürünmüş durumda. 20 yılda en çok zarar gören mesleklerin başında gelen öğretmenlik, her geçen gün maddi ve manevi kayıplara uğratılarak zayıflatıldı. Öğretmenler geçinemiyor. Kiralardaki, faturalardaki, tüm mal ve hizmetlerin fiyatlarındaki hız kesmeyen yükseliş, tüm işçi sınıfı gibi eğitim emekçisini de vurmuş, onu daha ayın başında ayın sonunu kara kara düşünür hale getirmiştir. Sendikamızın son Öğretmenler Günü’nde -yani henüz ülkedeki bu hiperenflasyon tablosu yokken- yaptığı araştırma, öğretmenlerin geçim sıkıntısını tüm çıplaklığıyla ortaya koymuştur. Buna göre; öğretmenlerin yüzde 95’i ailesinin gıda masraflarını dahi karşılamakta zorlanırken, yüzde 65’i belli aralıklarla ailesinden borç almak durumunda kalıyor. Kredi ve kredi kartına batmış olmayan tek bir eğitim emekçisi yok. OECD ülkeleri arasında öğretmene en az maaşın verildiği 6. ülke olan Türkiye’de bizlerin alım gücü, dizginlenemeyen enflasyon karşısında gün be gün eriyor. Öğretmenin maaşı yıllık bazda 30.811 dolardan 5.698 dolara düşmüştür. Yani öğretmenin evine başı dik girebilme hakkı çalmıştır.

Çalışma ortamı: Çalışma ortamları öğretmenler için her geçen gün daha beter hale getiriliyor. Özelde çalışan öğretmenlerimiz kâr hırsıyla, gözü dönmüş patronların hırslarına ve alan dışı angaryalara; kamuda çalışan öğretmenlerimiz liyakatsizce seçilmiş yöneticilerin mobbinglerine ve kötü çalışma şartlarına terk ediliyor. Öğretmenler özel okullarda, AVM’lerde tanıtım yapmaya zorlanırken, devlet okullarında da keyfi soruşturmalara maruz kalabiliyor. Okul yöneticilerinin yüzde 90’ından fazlasının iktidarın eğitimdeki sesi olan yandaş sendika üyeleri arasından seçilmiş olması, kamuda çalışan öğretmenler için siyasal baskının gündelik hale gelmesine yol açıyor.

Meslek Kanunu: İktidar tarafından uzun süredir uygulanan öğretmenliği itibarsızlaştırma politikaları, okullarda acı meyvelerini vermiş, öğretmene şiddet vakalarında büyük artış yaşanmıştır. Üstelik öğretmenlerin maruz kaldığı şiddet sadece fiziki de değil. Öğretmenleri en tepeden azarlamayı hak gören zihniyet, sahibinin sesi niteliğindeki mülki amirlere de bu konuda örnek olmuş; valiler, kaymakamlar için öğretmen azarlamak adeta bir rutin haline getirildi. Saray’ın talimatı ve yandaş sendikanın oluruyla; öğretmene sorulmaya dahi gerek görmeden var edilen bu kanun, öğretmenlerin, fakültede zaten alanına göre eğitim aldığı yani her öğretmenin zaten uzman olduğu gerçeğini görmezden gelmektedir. Öğretmenliğin zaten bir ihtisas mesleği olduğunun altını çizen yasalarla da çelişmektedir. Bu kanun; öğretmenlerin mesleğini icra etmekten doğan haklarını işgüzar ve hadsiz biçimde yeni şartlara/kriterlere bağlamaktadır. Kazanılmış haklarımızı hiç etmektedir. Eşit işe eşit ücret ilkesini de, meslekte kıdeme göre ücret artışı olması gerekliliğini de çöpe atmaktadır. Bu kanun; sözleşmeli, ücretli, kadrolu diye ayrıştırılarak sömürülen öğretmenlerin, yeni unvanlarla bir kez daha ayrıştırılmasına ve okullardaki huzur ortamının, çalışma barışının bozulmasına yol açacaktır. Yeni unvanlar, sadece öğretmenler arasında değil veliler ve öğrenciler arasında da suni rekabet tohumları ekecektir. Velilerden gizlice kayıt parası toplayan liyakatsizce atanmış devlet okulu yöneticileri için yüksek unvanlı öğretmenin sınıfına öğrenci yerleştirmek yeni bir gelir kapısı olacaktır. Meslek kanunundan çok, bir teneffüs aralığında hazırlanabilecek kadar basit, 12 maddeden ibaret bu metin, sadece öğretmenliğe değil ülke tarihine dair de hadsizlikler barındırmaktadır. Cumhuriyet kavramlarını yerli yersiz kullanarak içini boşaltmayı yöntem olarak belleyen iktidar, aynı taktik için bu kanunu da vesile etmiştir. Kanundaki kariyer basamaklarından birine "Başöğretmen" adının verilmesi, tartışılmaz bir hadsizliktir. Bu ülkenin bir tane "Başöğretmen"i olduğunu, bizlerin O’nun sıfatını paylaşmayı değil, bize bıraktığı mirası korumayı yegane hedef saydığımızı idrak edemeyen zihniyetin, küçük hesaplarının yansımasıdır.

Üniversite öğretmenleri: Üniversitelerdeki eğitim emekçilerinin durumu da içler acısı. Tepeden inme getirilen rektörlerin kurduğu baskı, düşük ücretler, güvencesiz çalışma, keyfi soruşturma potansiyeli derken, akademinin omuzlarındaki yük artmış, sırtındaki kambur büyüdü. Öğretmenlerin çok önemli bir sorunu da eğitime ve hatta kendilerine ilişkin karar süreçlerine hiç dahil edilmemeleri. Eğitim protokolleri imzalanırken, müfredat değişirken, sınav sistemleri değiştirilirken karar sürecine dâhil edilmeyen öğretmenin, kendi mesleğine dair bir kanun çıkarken dâhi fikri sorulmamıştır. OECD araştırmalarına bakıldığında; öğretmenin kararlara katılım konusunda Suudi Arabistan ve Vietnam’dan sonra öğretmenin fikrinin en sorulmadığı ülke haline geldiğimiz görülecektir.

Öğretmenlerin kategorize edilmesi: Kadrolu ve güvenceli istihdam Anayasal bir hak olduğu halde öğretmenler, modern kölelik yöntemlerine maruz kalıyor. Öğretmenler kadrolu, sözleşmeli, ücretli diye kategorize edilerek sömürülüyor. Kadrolu öğretmenin bir sosyal medya paylaşımıyla bile işinden olma ihtimali varken, sözleşmeli öğretmenler ise bir sonraki sene akıbetinin ne olacağını bilemiyor. Ücretli öğretmenlerin durumu ise en acısıdır; çoğu zaman asgari ücretin dâhi altında, ders başı ücret ödenerek, adeta kaçak işçi olarak çalıştırılan bu meslektaşlarımızın hasta olma, izin alma hakları dâhi olmuyor.

Atanamayan öğretmenler: Çalışan öğretmenler anlattığımız sorunlarla boğuşurken, mezun olduğu halde mesleğine kavuşturulmayan, yani atanmayan öğretmenlerin sayısı gün geçtikçe artıyor, yeni mezun olacaklar da hesap edildiğinde sayıları 1 milyona dayanıyor. Taksi duraklarında, market kasalarında, inşaatlarda çalışarak hayata tutunmaya çalışan ve öğrencilerine kavuşacağı günün umuduyla ayakta duran öğretmenlere, bu iktidarın bir gelecek borcu vardır. Öğretmenler, en küçük ve en temel hakları için dâhi savaşmak zorunda kalmaktadır. İl içi, il dışı atama ve atama iptal hakları çoğu zaman aksamaktadır. Öğretmenlerden kesilen paralarla yaptırılan öğretmen evleri dahi ticari otellere dönüştürülmüş, öğretmenin konaklama hakkı gasp edilmiştir. En temel haklardan olan örgütlenme, sendikalaşma hakkı da öğretmenler için çok cılızlaştırılmıştır. Kamuda kadroyu korumanın, yöneticilerin baskısına maruz kalmamanın, terfi almanın kriteri yandaş sendikaya üye olmak haline getirilmiştir. Özelde çalışan öğretmenlerimizin ise sendikalaşma hakkı neredeyse hiç yoktur.

Eğitim müfredatı: Öğretmenin en büyük sorunlarından birisi ise öğrencilerine laik, çağdaş bir eğitim verme hakkının elinden alınmasıdır. Gericileştirilen müfredat, tarikat maskesi takmış derneklerle ardı arkası kesilmeden imzalanan protokoller, ulusal bayramları içtenlikle kutlamayan ve genç Cumhuriyet’in hakikatlerinin öğretilmesini istemeyen zihniyet, öğretmenin mesleğe başlarken kurduğu heyecanlı hayallerin katili olmuştur. Eğitim-İş olarak laik, bilimsel, adil ve kamusal eğitim istiyoruz. Eşit işe eşit ücret istiyoruz. İnsanca yaşamaya yetecek ücretler alarak, çalışma barışının ve kadrolu, güvenceli istihdamın olduğu bir ortamda emek vermek istiyoruz. Bize yeni yükler getiren değil, sorunlarımıza çözüm getirecek ve bizim fikrimiz alınarak şekillendirilecek bir meslek kanunu istiyoruz. Eğitimde liyakat, eğitimciye adalet istiyoruz. Öğretmene saygı, öğretmenliğe itibar istiyoruz.


Akademik kadrolar tecrübesi olmayan hocalardan oluşuyor

Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi Soner Yıldırım, eğitim fakültelerinin nitelikli öğretmen yetişmede geride kaldığını belirterek, nitelikli öğretmen yetiştirmedeki sorunları şöyle anlattı:

Öğretmen liseleri: Öğretmen liseleri bu mesleğe ilgi duyan, seven ve yeteneği olan gençlerin erken yaşta bu meslek ile tanışmalarını sağlıyordu. Ancak bu okulların kapatılması ile eğitim fakültelerine gelen (18 yaş ve sonrası) ya da başka bir fakülte mezunu olup eğitim fakültesinden formasyon alan kişiler (22 yaş sonrası) bu meslekle tanışıyorlar. Özellikle sınıf öğretmenliği ya da okul öncesi öğretmenliği gibi branşlarda adaylar bu meslekle daha erken yaşlarda tanışmalılar. O yüzden öğretmen liselerinin kapatılması tamamen siyasi ve yanlış bir karardır. Eğitim fakültelerinin halihazırdaki yapılanması nitelikli öğretmen yetişmenin çok gerisinde. Bu problemi besleyen 3 temel kaynak var. Bunlar şöyle sıralanabilir: Eğitim fakültelerindeki akademisyen kadrosu, hali hazırdaki öğretmen yetiştirme programları ve fakültelerin teknik alt yapısı.

Akademik kadrolar: Akademik kadrolar, büyük bir çoğunlukla okul ve öğretme tecrübesi olmayan hocalardan oluşuyor. Ciddi bir hoca kitlesi pedagojik formasyona bile sahip değil. Durum böyle olunca öğretmen adaylarının mesleği öğrenebilecekleri akademisyen sayısı çok sınırlı kalıyor. Ayrıca eğitim fakültelerindeki promosyon yapısı tamamen uluslararası yayın üzerine kurulduğu için akademisyenlerin okullarla ve sınıfla olan bağı iyice zayıflamış durumda.

Eğitim fakültelerindeki programlar: Eğitim fakültelerinin kullandığı programlar, günün gereklerinin çok gerisinde kalmış, âtıl programlardır. Özellikle pandemi ile birlikte öğrenmenin ve öğretmenin bütün temelleri yeniden yapılandığı halde, eğitim fakülteleri programlarında hiçbir değişiklik yapmadan yüz-yüze eğitime devam etmişlerdir. Bu nedenle yeni mezun öğretmenlerin okullarda oluşan güncel taleplere cevap vermeleri beklenemez. Eğitim fakültelerinin hangi bölümünde eğitim alırsa alsın her öğretmen adayı öğretim teknolojileri alanında yan dal ya da 2. anadal diploması alarak mezun olmalıdır.

Fakültelerin teknik alt yapısı: Eğitim alanına pandemi ile birlikle hızlı şekilde entegre olan yeni öğrenme teknolojileri artan bir oranda kullanılmaya devam ederken maalesef eğitim fakültelerinin fiziksel ve teknik altyapısı bu gerçeğin çok gerisinde kalmıştır. Bu hali ile fakülteler geçen yüzyılın öğrenme ortamlarında öğretimin nasıl olduğunu anlatan fakülteler durumundadır. Eğitim fakültelerinin bu alt yapısında yetişen öğretmen adayı mezun olup özellikle özel bir okulda işe başladığında ciddi bir adaptasyon problemi yaşayacaktır. Bu yüzden yeni öğretmenle öğrenci arasındaki mesafe ciddi oranda artmaktadır.

Hizmet içi eğitim: Hizmet içi eğitim maalesef MEB’in yıllardır ciddi bütçeler ayırdığı ancak herhangi bir verimlilik alamadığı bir alandır. Öğretmenin meslekte profesyonel gelişimine anlamlı bir katkı sağlamanın çok uzağında olan bu eğitimler ayrıca ihtiyaca göre de sunulmamaktadır. İyi tasarlandığı ve uygulandığı takdirde, hizmet içi eğitimler öğretmenler arasındaki yeterlilik farklılıklarının ortadan kaldırmaya hizmet edebilecektir.

Öğretmenlik Meslek Kanunu: Son çıkarılan Öğretmenlik Meslek Kanunu, meslek kanunu olmanın ötesinde bir maaş artışı kanunudur. Öğretmenlere sıfat ve maaş artışı vermesine rağmen hiçbir yetki ve sorumluluk vermediği için öğretmenler arasında ciddi huzursuzluğa ve ayrıma yol açacak bir nitelik taşıyor. Normalde belli tecrübeye bağlı olarak öğretmen maaşlarında yapılması gereken maaş iyileştirmeleri, meslek kanunu olarak sunulmuştur.


Yarın: Özel Sektör Öğretmenleri Sendikası Eğitim Sekreteri Umut Erkurt ile özel sektörde çalışan öğretmenlerin sorunları detaylı bir şekilde ele alınacak.